Medyada COVID-19

Haberler | 08 Mayıs 2020 Cuma

Tecrit döneminde en yoksul gruplara nasıl yardım edilebilir

Financial Times / Başyazı
3 Mayıs 2020

FT’nin gözlemlerine göre “dünya çapında ekonomik faaliyetlerin durması, ekonomik açıdan en büyük zararı en güçsüzlere veriyor. Ekonomideki derin ve ani gerileme, gelişmekte olan ülkelerin insanları yoksulluktan kurtarma konusundaki başarılarını kaçınılmaz olarak engelleyecek ve birçok zengin ülkenin küresel mali krizden beri arttığına şahit olduğu mahrumiyeti daha da yoğunlaştıracak.”

FT’ye göre daha yoksul ülkelerdeki hükümetlerin “yardım etmek için yapabileceği çok şey var. Hızlı şekilde ve doğru kitleye erişme ihtiyacı, geçici bir evrensel temel geliri (ETG) işaret ediyor. Aralarında Meksika ve Brezilya’nın da bulunduğu gelişmekte olan birçok ülkenin, yoksulluk yardımı yapmanın en etkin yöntemi olarak, yoksullara neredeyse koşulsuz şekilde nakit transferi konusunda uzun ve başarılı deneyimleri var. İşte bu deneyimlerden yararlanılarak genişletilmiş ve koşulsuz yardım programları, en azından tecrit döneminde ve kısıtlamaların kademeli olarak hafifletildiği dönemde daha büyük kitlelerin erişimine sunulabilir.”

FT’ye göre, “insanları en azından aşırı yoksulluğun dışında tutmak sanıldığından daha az maliyetli olsa da, herkese nakit transferi yapmak kayda değer kaynak maliyeti demektir. Zaman içinde, sübvansiyonlu yakıt ve gıda biçiminde sunulan ve çok daha az verimli olan yardımlar azaltılarak tasarruf edilebilir. Şu an için, zengin ülkeler, kendi ülkelerindeki en yoksul kesimlere yardım etmek isteyen, nakit sıkışıklığı içindeki hükümetlere yardım etmeli.”

FT “yoksul ülkelerin, evrensel temel gelir programlarını kriz sonrasında da sürdürmesi gerekip gerekmediğinin tartışmaya açık bir konu olduğunu” ifade ediyor.

Bununla birlikte, yazının sonuç kısmında şunlar söyleniyor: “Evrensel temel gelir programlarını uygulamak, bu uygulamayı kriz sonrasında da sürdürüp sürdürmeme konusunda seçim yapmak için yararlı bilgiler sağlayacak. Ama hepsinden önemlisi, hükümetler en yoksul vatandaşlarına derhal ve koşulsuz şekilde yardım eli uzatmalı.”


Evrensel temel gelir bir sonraki ekonomik şok dalgalarıyla mücadele etmede bize neden yardım etmelidir

John Harris, Guardian
3 Mayıs 2020

Harris “altı hafta öncesine kadar, birçok kişinin, insanların işle olan ilişkilerini ‘kazananlar ve güvencesiz çalışan kaybedenler’ şeklinde iki kategoriye ayırma eğiliminde olduğunu” belirtiyor.

Fakat Harris şunu ekliyor: “Bu kategorileştirme geçmişte doğruysa bile, koronavirüs krizi bunu artık büyük ölçüde tarihe gömdü. Güvencesizlik artık on milyonlarca insanın yaşamının merkezinde duruyor. Başka bir deyişle, ‘güvencesizlik’ birdenbire evrensel bir durumu ifade eder hale geldi.”

Harris, bu durumda gözlerin evrensel temel gelir (ETG) konusuna çevrildiğini belirtiyor ve şunu ekliyor: “birçok radikal fikirde olduğu gibi, temel gelir kavramı beraberinde gerilimleri de getiriyor. Maliyet konusuna ek olarak, popülizmin pençesinde yaşayan toplumlarda kimin ne tür bir destek almaya hakkı olduğuna dair görüşlerle birlikte düşünüldüğünde, ETG’nin bir çatışma kaynağı olacağı muhakkak.”

Harris şunları söylüyor: “Birçok insan içgüdüsel olarak ETG uygulamasından yana olsa da, (tecritin açık biçimde kanıtladığı üzere) ekonomik hareketsizliğin insanlara verebileceği zararı kavramaktan uzak olan insanların genellikle öne sürdüğü gibi, bu uygulamanın hepimizin bir şekilde sanatçı ve kod geliştirici olma şansına sahip olduğu, hayali, çalışılmayan bir toplum fikrine iliştirilen vizyonlar hakkında endişeleniyor.”

Harris’e göre, “çalışmak insan esenliğinin merkezinde olmayı sürdürecek; otomasyonun varsayılan kaçınılmazlığına teslim olmanın tehlikeleri net olarak görülüyor. Fakat şu anda 20. yüzyılın bizi hazırlamadığı bir dizi gerçekliği ciddi şekilde düşünmemiz gerekiyor. Bu kriz muhtemelen tekrar edecek. Şu anda yaşadığımız felaketin üstesinden bir şekilde gelinse de, tropik bölgelerde görülen hastalıkların başka yerlere yayılması örneğinde de görüldüğü gibi başlı başına bir hastalık kaynağı olan iklim değişikliği felaketi hızlanarak varlığını sürdürecek.”
Harris “devam eden şoklar çağında yaşadığımızı ve artık hazırlık yapmaya başlama vaktimizin geldiğini” belirtiyor.


Özel sektör, yoksul ülkelere yönelik borç hafifletme planına katılmalı

Mohammed Al-Jadaan, Suudi Arabistan Maliye Bakanı ve G20 Finans Kürsüsü Başkanı, Financial Times
3 Mayıs 2020

Al Jadaan “G20’nin esasında (COVID-19 küresel salgını ) gibi durumlarda ortak eylem geliştirmek için kurulduğunu” söylüyor ve “bu ülkelerin liderlerinin hedeflenen mali, ekonomik önlemlerle birlikte garantileri içeren 7 trilyon ABD Doları tutarındaki dünya tarihindeki en büyük teşvik paketini küresel ekonomiye kazandırma konusunda anlaştıklarını” belirtiyor.

Al Jadaan “bu anlaşmanın tamamlayıcı unsurları olarak, G20 ülkelerinin merkez bankalarının çok yerinde bir hareketle hanehalkı ve işletmelere çok fazla ihtiyaç duydukları likiditeyi sağladığını, IMF ve Dünya Bankası’nın da ihtiyaç duyan ülkelere mali destek sağladığını” ifade ediyor.

Al Jadaan’a göre “bu süreçte hepimizin birlik olması gerekiyor ve herkesin küçük de olsa oynayabileceği bir rol var. Bireyler evlerinde kalıyor; ön cephede savaşan sağlık emekçileri büyük bir cesaretle hastaları tedavi ediyor ve ulusal hükümetler iş ve geçim kaynaklarını korumak için kaynak aktarıyor. Özel sektördeki kredi kuruluşları G20’ye katılabilirler ve katılmalılar ve gelişmekte olan ülkelerin kendi kaynaklarını bu küresel salgınla mücadeleye yöneltebilmesi için kredi geri ödemelerini askıya almalılar.”

Al Jadaan son olarak şunları söylüyor: “Büyük finans kurumlarının, dünyanın bu krizden çıkmasını desteklemede oynamaları gereken bir rol var. Zaman, üzerlerine düşeni yapabileceklerini ve yapacaklarını gösterme zamanı.”


Guardian’ın şirketlerin kurtarılması hakkındaki görüşü: Bir şey karşılığında para

Guardian / Başyazı
30 Nisan 2020

Guardian “büyük şirketlerin çok yakında vergi mükelleflerinden daha fazla mali destek isteyeceğini” söylüyor ve “kime, ne şekilde kaynak aktarılması gerektiğine dair ilkeleri” tartışıyor.

Öte yandan Guardian’a göre: “Hangi şirketlerin desteklenmeyi hak ettiği konusunda çok fazla kibirli olunacak zaman değil. Şu veya bu şirketin yöneticisi geçmişte yanlış kararlar almış olabilir, başka bir şirket büyümenin düşük olduğu bir sektörde faaliyet gösteriyordur – fakat yaşanan süreç şirket hissesi seçme süreci değil, insanların işlerini koruma süreci. İşçilerin geri dönüp çalışacakları şirketler duvara tosluyorsa, izin programları yoluyla devlet tarafından her ay milyarlar harcanmasının anlamı yok.”

Başyazı şöyle devam ediyor: “Vergi mükellefleri karşılıksız olarak para vermemeli. Kamu kaynaklarını alan şirketler işçilerini işten çıkarmamalı, devlet desteği olmadan ayakta durabilecekleri zamana kadar tüm ikramiyeleri ve hisse geri alımlarını ve temettü ödemelerini askıya almalı. Ayrıca, kamunun desteklediği şirketlerde hisse sahibi olması gerekir. Şirketlere sağlanan nakit destekleri karşılığında, devlete şirketten hisse verilmesi gerekir.”

Guardian, hükümetlerin elinde bulunan hisselerin Norveç ve Singapur örneklerinde olduğu gibi ulusal varlık fonuna aktarılması gerektiğini, bu varlık fonunun da aktif bir yatırımcı olması gerektiğini savunuyor.” Guardian’a göre “devlet, şirketlere sağladığı desteğe karşılık olarak vergi cennetlerinin kullanımına son verilmesini, tüm işçiler için geçim ücreti ödenmesini ve katı çevresel standartlara uyulmasını talep etmeli. Zaman, şirketler için yeni bir toplumsal sözleşme yapma zamanıdır.”


Piyasaların durumu ekonomik gerçeklikle uyumsuz

Financial Times / Başyazı
1 Mayıs 2020

FT’ye göre “Cuma günü hisse senedi piyasalarında görülen düşüşler, yatırımcıların hisse senetlerinin son zamanlardaki performansı ile virüs nedeniyle tecritin ekonomi üzerinde yarattığı şiddetli hasar arasındaki makasla ilgili huzursuzluklarının bir ifadesi.”

Başyazıda şunlar ifade ediliyor: “ABD’deki temel hisse senedi endeksi olan S&P 500 Nisan ayında 1987’den beri en iyi ayını yaşadı. Fakat Çarşamba günü açıklanan rakamlar 2020’nin ilk çeyreğinde ABD ekonomisinin yavaşlama hızının finansal krizden beri görülen en yüksek yavaşlama hızı olduğunu gösteriyor. Milli gelir bir önceki çeyreğe göre %1,2 düştü.”

FT’ye göre “piyasaların teknoloji odaklı büyümeye dayanması, oynaklığı da beraberinde getiriyor. Dev şirketler bile daha zorlu bir ekonomik çevreye karşı sonsuza dek bağışık kalamazlar: Apple bu çeyreğe dair şirket performansı öngörülerini Perşembe gecesi geri çekti ve Amazon faaliyet sonuçlarının 1,5 milyar ABD Doları kar ile 1,5 milyar ABD Doları zarar arasında bir yerde olacağını ifade etti.”

Öte yandan, “genel olarak hisse senedi fiyatları hala koronavirüs krizinden düze çıkma için neredeyse mükemmel düzeyde. Tecrit planlanandan daha uzun sürebilir. Normale dönüşler sarsıntılı olabilir. Virüsün kısa sürede kökünün kazınacağına ve ikinci dalga enfeksiyondan kaçınılacağına dair umutlar boşa çıkabilir. Salgın öncesindeki duruma hızlıca geri dönmek giderek daha zor görünüyor. Bu kadar fazla bilinmeyenin olduğu bir durumda, piyasalarda yeni bir düzeltme hareketinin olma ihtimali çok yüksek.”

Yükseliş gösteren hisse senedi piyasaları ve zayıf küresel ekonomi arasındaki tehlikeli kopukluk

Anthony Rowley, South China Morning Post
4 Mayıs 2020

Rowley’e göre, “hisse senedi ve tahvil fiyatlarının, bir ülkenin ekonomisinin sağlığına dair güvenli göstergeleri olduğu günler geride kaldı. Merkez bankaları şu anda ekonomilere para pompalıyor ve bu para finansal menkul kıymetlerin fiyatlarının tekrar şişmesine neden oluyor ve geleneksel risk ölçümlerini anlamsızlaştırıyor.”

Rowley’in savunduğu görüşe göre “merkez bankalarının likidite enjeksiyonları reel ekonomideki gelişmelerle finansal piyasalar arasındaki kopukluğu neredeyse kesinleştiriyor. Hisse senetleri, parasal genişlemeye sebep olan her ekonomik krizle birlikte, daha yüksek bir taban seviyesine yükseliyor.”

Bununla birlikte Rowley’e göre “parasal genişleme, hisse senetlerinin yerçekimine meydan okumasının ana sebebi. Hisse senedi fiyatlarını kontrol etmek, faiz oranı mühendisliğiyle rekabet etmenin aracına dönüşmüş durumda. Hisse senedi fiyatlarının manipüle edilmesi marjinal bir politikadan anaakım politikaya dönüştü.”


Batı Covid-19’a odaklanmışken bedeli kırılgan ülkeler ödüyor

Simon Tisdall, Guardian
3 Mayıs 2020

Tisdall “düşük gelirli ve çatışmaların yaşandığı ülkelerdeki insanların Batı Avrupa’da ve ABD’de görülen yüksek Covid-19 enfeksiyonu seviyelerinden büyük ölçüde uzak kaldığını, fakat bu durumun değişebileceğini” ifade ediyor.

Öte yandan, Tisdall’a göre “küresel salgın, kırılgan ülkelerdeki insanları farklı biçimlerde öldürüyor: Kaybedilen işler, batan şirketler, artan yoksulluk, artan yetersiz beslenme ve açlık riski ve tedavi edilmeyen, Covid-dışı önlenebilir hastalıklarda muhtemel artış.”
Tisdall şunu ekliyor: “En kırılgan durumdaki kesimlerin çoğu için, gelişmiş ülkelerin çareleri, derman değil derdin ta kendisi. En uç durumda, ailelerin aç kalmakla hasta olmak arasında seçim yapmaları gerekiyor.”

Tisdall en son ILO Gözlem raporundan ve ILO Genel Direktöründen alıntılar yaparak şu sonuçlara varıyor: “Dünya Bankası ve IMF yoksul ülkelere ve kırılgan devletlere sağlanan milyarlarca dolarlık yardım ve borç ertelemesi ortaya çıkan hasarı tamir etmekten uzak. Şu anda, Batı dünyasının virüse karşı aldığı tedbirler dünya çapında virüsün kendisinden daha fazla sayıda insanın hayatını tehlikeye atıyor.”


Covid 19’un adaletsizliklerini tedavi edecek bir ilaç yok

Niall Ferguson, Times
3 Mayıs 2020

Ferguson önceki küresel salgınların da makam, mevki, sosyal sınıf ayrımı gözetmediğini belirtiyor.

Ancak COVID-19’de durum farklı diyor ve ekliyor: “Ulusal İstatistik Ofisi’ne göre İngiltere’nin yoksul bölgelerindeki ölüm oranı, zengin bölgelerdekinin iki katı. Britanya’da ve Amerika’da, beyaz olmayan nüfus daha fazla etkileniyor. Ancak küresel salgının maliyetlerinin ne şekilde dağıtılacağını temel olarak belirleyen şey hükümetlerin aldıkları tedbirler.”

Ferguson’a göre bir paradoks içindeyiz ve “eş zamanlı olarak a) bir kamu sağlığı felaketi yaşıyoruz, ikinci enfeksiyon ve hastalık dalgasının işe ve okula döndüğümüzde bir noktada yaşanması muhtemel; b) salgını kontrol etmek için olabilecek en etkisiz araçlardan biri olan tecrit ile, kendimizi derin ve muhtemelen de uzun süreli bir ekonomik daralmaya sokuyoruz, c) hisse senedi piyasalarında fiyat artış rekorları kırıyoruz.”

Ferguson “geleneksel olmayan para politikasının, geçmişte görülmemiş ölçüde, finansal varlıkların fiyatlarını desteklemek şeklindeki temel amaca yönelik olarak kullanıldığını” ifade ediyor.
Ferguson, birtakım akıllı kimselerin kendisine “ikinci dalganın halihazırda fiyatlandığını” söylediğini belirtiyor.

Ancak Ferguson’a göre henüz fiyatlanmamış olan şeyler de var: “Örneğin küresel salgının talep üzerindeki kalıcı etkisi, zira tecrit sona erdikten sonra bile ileri yaştaki tüketiciler alışveriş merkezlerinden ve kalabalık olan diğer her yerden uzak duruyor. Fiyatlanmamış olan şey, insanların büyük şirketlerin, özellikle de havayolu şirketlerinin kurtarıldığını ve esasen küçük işletmelere yönelik olan kredilerin büyük firmalara da verildiğini görmeleriyle birlikte ortaya çıkacak olan siyasi tepkiler. Fiyatlanmamış olan şey, Amerika’daki ve Britanya’daki insanların, ikinci dalganın boyutunu sınırlandırmak için yeteri kadar güvenilir test imkanları veya filyasyon kapasitesi olmaksızın işe dönmeleri sonucunda yaşayacakları psikolojik çöküntü.”


Gelmekte Olan “2020’lerin Daha Büyük Ekonomik Buhranı”

Nouriel Roubini, Project Syndicate
28 Nisan 2020

Roubini, küresel ekonominin bu yıl “U” şeklinde bir toparlanma yaşaması halinde bile, 2020-2030 arası dönemde “L” şeklinde Daha Büyük bir Buhran yaşayacağını savunuyor ve bu görüşünü kaygı verici ve riskli 10 trende dayandırıyor.

Roubini’nin ortaya koyduğu ilk trende göre “birçok ülkedeki kamu borcu düzeylerinin henüz sürdürülemez düzeyde olmasa da halihazırda çok yüksek seyrettiği bir dönemde, COVID-19 krizine verilen politika yanıtı, mali borçlarda çok büyük (GSYH’nin %10’u civarında veya daha fazla) bir artışı içeriyor.”

İkincisi, “gelişmiş ekonomilerdeki demografik saatli bomba. COVID-19 krizi sağlık sistemlerine çok daha fazla kamu harcaması yapılması gerektiğini ve evrensel sağlık hizmetlerinin ve ilgili kamu varlıklarının lüks değil ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte, birçok gelişmiş ülkede yaşlanan bir toplum yapısı olduğu için, bu tür harcamaların gelecekte finanse edilmesi, bugünün yeteri kadar finanse edilmeyen sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinden kaynaklanan borçları daha da büyütecek.”

Üçüncüsü, “büyüyen deflasyon riski. Kriz, derin bir ekonomik daralmaya sebep olmasının yanında mal piyasasında (kullanılmayan makineler ve kapasite) ve işgücü piyasasında (yüksek oranlı işsizlik) çok büyük bir durgunluğa yol açıyor ve petrol ve endüstriyel metaller gibi emtiaların fiyatlarında da bir çöküşü beraberinde getiriyor.”

Dördüncüsü, “merkez bankaları deflasyonla mücadele etmeye ve (borç artışının ardından) faiz oranlarının yükselmesi riskine karşı durmaya çalışırken, parasal politikalar geleneksel politikalardan daha da fazla uzaklaşacak ve daha kapsayıcı hale gelecek. Kısa vadede, hükümetler ekonomik buhrandan ve deflasyondan kaçınmak için para basma yoluyla mali denge açıkları yaşamak durumunda kalacak. Ancak, zaman içinde, hızlanan küreselleşmenin geri çevrilmesi trendinden ve yeni korumacılık yaklaşımlarından kaynaklanan daimi negatif arz şokları stagflasyonu kaçınılmaz hale getirecek.”

Beşincisi “ekonomideki daha geniş kapsamlı dijital altüst oluş. Milyonlarca insanın işini kaybettiği veya çalıştığı ama daha az para kazandığı bir ortamda, 21. Yüzyıl ekonomisindeki gelir ve servet farkları daha da açılacak.”

Altıncısı “küreselleşmeden uzaklaşma. Küresel salgın zaten gelmekte olan bölünme ve parçalanma trendlerini hızlandırıyor. ABD ve Çin birbirinden daha hızlı şekilde ayrışacak ve birçok ülke bu duruma kendi şirketlerini ve çalışanlarını küresel altüst oluşlara karşı korumak için daha da korumacı politikalar benimseyerek yanıt verecek.”

Yedincisi, “demokrasi karşıtı tepkiler bu trendi güçlendirecek. Popülist liderler genellikle ekonomik zayıflıklardan, yüksek işsizlikten ve yükselen eşitsizliklerden faydalanır.”

Sekizincisi, “ABD ve Çin arasındaki jeostratejik açmaz… Çin ve ABD’nin ticaret, teknoloji, yatırım, veri ve parasal düzenlemeler konularındaki ayrışması daha da yoğunlaşacak.”

Dokuzuncusu “bu diplomatik kopuş, ABD ve onun rakipleri arasında (sadece Çin değil aynı zamanda Rusya, İran ve Kuzey Kore) yeni bir soğuk savaşın zeminini oluşturacak.”

Roubini’ye göre son risk ise “COVID-19 krizinin gösterdiği gibi, bir finansal krizden çok daha büyük tahribata yol açabilecek olan ve görmezden gelinemeyecek çevresel bozulma. Küresel salgınlar ve iklim değişikliğinin sağlığa zararlı birçok belirtisi önümüzdeki yıllarda giderek daha sık, daha şiddetli ve daha yüksek maliyetli hale gelecek.”

Roubini’ye göre bu on risk “henüz COVID-19 gelmeden önce ufukta belirmekteydi, şu anda ise tüm küresel ekonomiyi umutsuz bir on yıllık döneme sürükleyecek mükemmel fırtınayı yaratma riski taşıyor. 2030’lara kadar, teknoloji ve daha yetkin siyasi liderlik bu sorunların çoğunu azaltabilir, çözebilir veya asgariye indirebilir ve bunun sonucunda daha kapsayıcı, işbirlikçi ve istikrarlı bir uluslararası düzen oluşabilir. Fakat her türlü mutlu son senaryosunda, gelmekte olan Daha Büyük Buhranı atlatmanın bir yolunun bulunacağı varsayımı yer alıyor.”